Zorlu PSM’nin müziğin sınırlarını zorlayan yeni sonbahar festivali Neue! Step, 11-29 Eylül tarihleri arasında müzik ve kültür sanat tutkunlarını neo-klasik, minimal, ambient, deneysel ve avangart müziğin kalıpları reddeden sıra dışı isimlerle bir araya getirdi. İzleyicileri müziğin sınırlarında keşfe çıkaran Neue! Step, müziğin ezberleri bozan ve kalıpları reddeden sıra dışı isimleriyle sonbaharın melankolik ruhunu İstanbul’a taşıdı.
Neue! Step’e özel %100 Studio’da gerçekleşen konserlerde 360 derece sahne deneyimine ev sahipliği yapan Zorlu PSM, yeni deneyimlere açık müzikseverleri eylül ayı boyunca müziğin zamansal ve duygusal sınırlarına doğru bir keşfe çıkardı. Festivalin programında, zengin melodilerini deneyselliğiyle birleştiren 21. yüzyılın en zeki ve yetenekli bestecilerinden Nils Frahm’ın yanı sıra yeni dönem klasik müzik dünyasının en önemli piyanistlerinden Víkingur Ólafsson, Berlin Filarmoni’nin 12 Çellisti, Peter Broderick, müzik kariyerlerini sonlandıran Wild Beasts’in solisti Hayden Thorpe, Douglas Dare, Sylvain Chauveau, Roberto Cacciapaglia gibi müzikte yeni arayışlarda bulunan ve müziğin anlamını genişleten sanatçılar yer aldı. Londra ve İstanbul merkezli bağımsız plak şirketi Injazero Records ise üç değerli sanatçısı C. Diab, Matt Emery ve Heinali ile Neue! Step’teydi.
ROBERTO CACCIAPAGLIA İLE BİR SÖYLEŞİ:
“Sınırları zorlamak benim işim"
Emrah Kolukısa
Cumhuriyet, 23 Eylül 2019
Roberto Cacciapaglia ilginç bir adam. Klasik müziği elektronik müzikle harmanlayan ve sürekli yeni şeyler deneyen müzisyen, Platon’dan Pisagor’a antik dünyanın ustalarından aldığı ilhamlarla bambaşka bir âleme götürüyor dinleyicisini. Bu yıl ilk kez düzenlenen Neue! Step festivalinin en merakla beklediğimiz konserlerinden birini sunan sanatçı ile konser öncesi bir söyleşi yaptık.
Günümüzde klasik müzikle elektronik arasında köprü kuran nadir ve öncü müzisyenlerden birisiniz. Bu tarza yönelmenizin özel bir sebebi var mı?
Müziği her zaman sonu olmayan bir gelişim/evrim olarak nitelendiriyorum. Sanatın sanat için olmadığı fikrindeyim. Ben, tür sınırı olmadan ve bu sınırları aşmaya çalışarak müzik yapıyorum. Son yıllarda, doğal elektronik olan piyanonun sesini genişleten ve insan kulağının algılayamadığı sesleri çıkaran bir yazılım kullanıyorum. Bu harmonik sesleri Pisagor “Evrenin Özü” olarak adlandırıyor.
Deneyselliğin müziğinizde önemli bir yeri var. Sizi etkileyen unsurlar nelerdir?
Temel olarak iki tür deneyim var. Bunlardan ilki, ses verme niteliğini ilgilendiren dışarıdan gelen deneyim. Sesler, müzisyen ile dinleyiciler arasında bir iletişim aracı oluyor. Bir diğeri ise, müzisyenin içselliği ile ilgilidir. Örneğin, çaldığım anda olabilmenin üzerinde çok fazla çalışıyorum, daha sonra çıkan ses bir ok gibi gelerek dinleyicilere aynı iç frekansta dokunabiliyor ve böylelikle ses aracılığıyla derin bir birlik yaratılıyor.
Quatro Tempo Bonus CD’sinde Platon’dan bir pasaj kullandığınızı biliyoruz. Platon sizin için ne ifade ediyor?
Ouatro Tempo, üç zaman diliminin sınırlarının ötesinde bir alandır: geçmiş, şu an ve gelecek. Şimdi ve sonra birbirleri ile tanışıp, daha sonra birbirleriyle bağlantıyı keserler. Bu dipsiz alanda bir tavır geliştirdim. Müzik dinlemeye ve ondan gelen duygulara açık oldum. Sınırların ötesine geçme arzusu işim için esas olan bir değişmez. Platon, bilgeliği ve bilgiyi temsil ediyor. Bu temsiller sesin potansiyelinin bir evrim/gelişim yolu olarak gerçekleştirilmesi için vazgeçilmez unsurlardır. Yıllardır ne zaman piyano çalsam, beste yapsam, klavyeye dokunmadan önce sessizlikten başlıyorum. Bildiğim kusursuz bir ana giriyorum ve sessizlikten ses çıkıyor, engelleri ve bölümleri aşan yönlendirilmiş bir ses. Bu zihinsel veya entelektüel bir süreç değil, duygudan melodi ve ahenkle akan bir müziktir, sesin zaman içerisindeki en baştan beri olan gücüdür.
Hangi müzisyenlerden daha çok ilham alıyorsunuz? Elektronik müzik bestecileri mi yoksa klasik besteciler mi?
Farklı geleneklere sahip birçok müzisyen ile çalıştım. Hintliler, Sufiler, herkesin çok iyi tanıdığı müzisyenler, yerli Amerikalılar, Tibetli ustalar, vahalardan gelen müzisyenler... Klasik müzik, rock ve popüler müzik yapan insanlarla çalıştım. Türün ve geleneklerin ötesinde çoğu müzik ve müzisyenin ilgisini çeken şey, müziğin müzisyenler aracılığıyla derin bir ilişki kurmasını sağlayan penetrasyonun gücü. Türlerin ötesinde bana nefes aldıran duygular. Bu duygusal güç, insanın olma sürecindeki sınırları yıkar. Bu şekilde müzik üstün bir şekilde hüküm sürer.
David Bowie Starman versiyonunuz çok iyiydi. David Bowie sizin için neyi temsil ediyor?
David Bowie, tüm zamanların müziğinin büyük bir kahramanıdır; sadece müzikal anlamda değil, aynı zamanda çağdaş sanat, tiyatro, resim ve her türlü engelin ötesine geçen tüm türlerin ötesinde bir araştırma örneğidir. Sınırların dışına çıkmak benim için her zaman işimin merkezinde olmuştur ve bu noktada David Bowie ile aramızda büyük bir benzerlik gördüm. Bu nedenle geçmişteki işlerimle de yakından ilgili olduğunu düşündüğüm bir anma/övgü çalışması yaptım. Yıllar önce yaptığım “Angelus rock” albümü, rock müziğin tarihine ve rock müziği ideal bir yaşam biçimi olarak görenlere adanmış bir eserdir.
Neue! Step Festivali kapsamında Zorlu Performans Sanatları Merkezi’ndeki konserinizde bizi nasıl bir playlist bekliyor!
Bu konserde, uzayda genişleyen ses iletimi üzerinde çalışacağım ve Kraliyet Filarmoni Orkestrası ile Londra’daki Abbey Road stüdyolarında kaydedilen “Diapason” adlı yeni çalışmamı performe edeceğim. Ayrıca repertuvarımın en önemli parçalarının yanı sıra piyano ve canlı elektronik ile minimal ve derin bir versiyon sunacağım. Diapason, “la” notasını veren, aynı zamanda ses gövdelerinin aynı frekansta titreşim yapma gücüne sahip olan ve enstrümanları, orkestraları ayarlamak için kullanılan ses kaynağının sembolünü veren alettir. Diapason, gelecekteki sese, doğacak sese, kuantum fiziği, sinirbilim, farkındalık çağında doğacak ve bu nedenle gelecekte birlikte seyahat etmemize yardımcı olacak sese adanmıştır. İstanbul çok sevdiğim bir şehir, hatta dünyanın en güzel şehri olduğunu düşünüyorum. Neue! Step Festivali de bence yenilikçi bir sanatın, sınırların, sanatsal vizyonun ötesine geçen harika bir örneği gibi görünüyor. Bu yüzden sizlerle bir araya gelerek bu deneyimi yaşamak için sabırsızlanıyorum.
NILS FRAHM İLE BİR SÖYLEŞİ:
“Müzikle iyileşmeye vesile olmak istiyorum”
Tolga Akyıldız
Hürriyet, 14 Eylül 2019
Elektronik müziğe neo-klasikçi ruhla dokunan; dahiyane kompozisyonları, yalın ama sofistike sound’uyla Nils Frahm esasen bir piyano devrimcisi. Alman müzisyenle, 19 Eylül’de İstanbul Zorlu PSM Neue! Step Festivali’nde vereceği konser öncesi konuştuk.
Her şeyden önce “All Melody” muhteşem! Bir yandan derinlikli ve detaycı; diğer yandan son derece basit ve çabasız. Bu dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
Böyle düşünmene çok sevindim. Ama bunu nasıl yaptığımı ben de bilmiyorum. Belki boş bir tuval için seçilen renklere ya da insanların içgüdüsel olarak boş bir odayı doğru eşyalarla dekore etmesine benzetilebilir. Müzik üretirken de odadaki eşyaların yerini uzun süre değiştirmeye devam edebiliyorsun ama her şey yerli yerine geldiğinde bunu hissediyorsun ve oldukları yerde bırakıp unutuyorsun.
Eski albümlerle kıyasladığında, hem duygusal hem de yaratıcılık boyutuyla bu albümün farkı nedir?
Özünde büyük bir fark göremiyorum. İçsel yolumda ilerlemeye devam ediyorum. Belki şu söylenebilir: 2017’den beri ayrıntılarla uğraşıp derinlere dalabileceğim ön çalışma zamanları yaratamıyordum kendime. Bu albümde bunu başardım. Ana stüdyom, kurulum ve enstrümanlar açısından bambaşkaydı. Hatta farklı ülkelerde, küçük ev stüdyolarında, ilginç atmosferlerde çalıştığım oldu süreç içinde. Bunu uzun süredir hayal ediyordum. Varsa, farkı yaratan budur.
“All Melody” yayımlandıktan sonra 2 EP’lik “Encores” adlı bir seriyle devam ettiniz. Hatta ardından, ağustosta “All Armed” adlı tekli geldi. Albümde söyleyemediğiniz şeyler mi vardı, yoksa bu son işler “All Melody” ile ten uyuşmazlığı mı yaşıyordu?
İkisi de doğru. Özellikle bu EP konsepti, kendi içinde müzikal fikirler olan bağımsız ve bağlantısız mini albümler üretme hayalimden doğdu. Biri akustik, diğeri elektronik göndermeli olsun diye, düşünmeden yaptığım işler ve bence “All Melody” ile aynı çatı altına girmemeleri gerekiyordu.
Müziğinizi belirli bir kalıba sokmak zor. Eğer bir Nils Frahm hayranı olsaydınız, arkadaşlarınıza kendinizi hangi cümlelerle tavsiye ederdiniz?
Buna cevap vermek zor ama deneyeceğim: Nils, bazı şeyleri birbirine karıştırmayı sevmiyor. Çünkü bunu yaptığında ve sonuca ulaştığında başlangıç noktasının çok uzağına düşeceğini gayet iyi biliyor. Müzikal bir travmaya değil, müzikle iyileşmeye vesile olmak istiyor. Kendisi de o şekilde iyileşiyor. Bunu belki Nils de ummazdı ama hepsini başarıyor.
BBC’nin radyo programcısı Mary Anne Hobbs sizin için, “Bugünün dünyasının en önemli sanatçısı” demiş. Bu tip etiketler sizi motive mi ediyor yoksa üstünüzde yük mü oluşturuyor?
Mary Anne, sağ olsun, beni ilk günden beri hep destekledi. Bu gibi sözler beni, müziğin pazarlaması nasıl olmalı, toplumsal tavır ya da rekabet gibi olgular üzerine düşündürüyor. Genel beğeniyse benim için hiçbir anlam ifade etmiyor.
Müzikal kahramanlarınız var mı? Bugünlerde kimleri dinliyorsunuz?
Ben yaşlandıkça, müzikal kahramanlarımın bir bölümünü de kaybettik. Ama genç kuşaktan çok iyi müzisyenler keşfediyorum. Geçen gün menajerim Felix, “Tomberlin” dinletti, bayıldım. Thom Yorke ve Radiohead her daim favorimdir. Boards of Canada da öyle.
Hiçbir şey dinlemediğiniz, sessiz dönemleriniz de oluyor mu?
Olmaz mı! Geçenlerde bir tatilim sırasında üç hafta boyunca hiçbir şey dinlemedim. Hemen arkasından Belçika konserim vardı ve müthiş bir sound ve performans çıktı ortaya. Çünkü müziğe acıkmıştım ve o iştahla çaldım. Bunu sık sık yapmalıyım.
Anne Müller, Olafur Arnalds, F.S. Blumm ya da DJ Shadow’la yaptıklarınız gibi, gelecekte ortak çalışma düşündüğünüz başka isimler var mı?
İyi müzisyenlerle farklı boyutlarda işler yapmayı seviyorum. Şimdilerde Rönkkö ile fikir aşamasında olduğumuz çalışmalar var. Bunun bir ürüne dönüşmesi ayrı bir süreç elbette. Turne çok zamanımı alıyor ve ilk fırsatta kendime bu gibi çalışmalar için alan açmayı planlıyorum.
Dediğiniz gibi “All Melody” ile bir buçuk yıldır turne için yollardasınız. Bundan sonraki adım ne?
Tatil olmadığı kesin. Evim ve stüdyom çok yakın. Stüdyoyu başka bir yere taşımam lazım. Sonra da evi yine stüdyonun yakınına taşıyacağım. Kafamda henüz açıklayamayacağım bir projem var. Özetle, özel hayatım ve stüdyom arasında gidip geleceğim.
19 Eylül’deki Neue! Step konserinde bizi neler bekliyor?
Elbette bir albüm deneyiminden çok farklı ve daha uzun olacak. Albüm yapmayı seviyorum ancak konserde gerçek zamanlı çalmak benim açımdan bambaşka hisler doğuruyor. Albümden ayrı tutmak gerek performanslarımı. Canlı performans sırasında onlarla iletişimi daha doğrudan kurabiliyorum. Bu arada, İstanbul’un insanlarını, yemeklerini ve sokakta dolaşan kedilerini unutamadığımızı da belirteyim... Sabırsızlanıyoruz!