KİŞİSEL GELİŞİM
Mutlulukla aramıza giren
"zihin tuzakları"
Şimdi bir an durun, bu satırları okumayı bırakın ve kendinize şunu sorun: “Mutlu muyum?”
Verdiğiniz cevabın gerekçesi olarak neler geçti aklınızdan? Neler olsa veya olmasa mutlu olmak sizin için daha kolay olurdu?
Mutluluk üzerine yüzyıllardır sayısız görüş ortaya atıldı, kitaplar yazıldı. Helenistik felsefenin Aristo, Epikuros gibi önemli düşünürlerinden St. Thomas Aquinas, John Stuart Mill, Gustave Flaubert ve Abraham Maslow’a kadar çok sayıda felsefeci, yazar ve bilim insanı konuya farklı açılardan yaklaştı. Ama özellikle 90’lı yılların sonunda hayatımıza giren “Pozitif Psikoloji” akımı ile mutluluk üzerine yürütülen bilimsel çalışmalarda ciddi bir artış yaşandı. Mutlu bir yaşam için önerilen stratejilere ve uygulamalara her geçen gün bir yenisi eklenmekte. Bunların neler olduğunu gelecek sayılarda paylaşacağız. Ama önce gelin, mutlu olmamıza nelerin engel olduğuna bir göz atalım.
Günümüzde mutluluğumuzu büyük ölçüde koşullara bağlamış gibiyiz. “Sahip olmak”la neredeyse eşdeğer bir olgu haline geldi mutluluk!
Hayatımda “… olsaydı çok daha mutlu olurdum” diyerek, çoğu zaman mutluluğumuzu nesnelere endeksliyoruz. Hayalini kurduğumuz evi alınca, butik bir otelde tatil yapınca, daha çok para kazanınca, iyi bir işe/arabaya/bankada yüklü bir hesaba sahip olunca, daha fazla mutlu olacağımıza inanıyoruz.
Bazen de mutluluğu fiziksel görünümümüzde veya sosyal statümüzdeki yükselişlerde, ilişkilerde arıyoruz. Kilo verirsek, estetik yaptırırsak, sene sonunda yöneticimizden iyi bir değerlendirme alırsak, beklediğimiz terfi olursa, aşık olursak veya evlenirsek mutlu olacağımızı düşünüyoruz. Bu ve bunun gibi isteklerin bizi önemli oranda ve kalıcı olarak mutlu edeceğine dair sarsılmaz bir inancımız var.
Her ne kadar para sağladığı imkânlar ve konforla bazı mutluluk kapılarını bir ölçüde aralayabilse de, materyalizm temelli mutluluk arayışı beraberinde hep daha fazla tüketmeyi ve daha çok para kazanma ihtiyacını doğurmakta.
Kuvvetle arzuladığımız objelere, statülere, ilişkilere sahip olduğumuzda ilk hissettiğimiz mutluluk hissi daha sonra kaçınılmaz olarak yerini psikolojide hedonik uyum (adaptasyon) olarak isimlendirilen olguya bırakıyor ve sahip olduklarımız giderek sıradanlaşıyor. Eskisi kadar haz almayıp, kendimizi çok da mutlu hissetmemeye başlıyoruz. Rotamızı, bizi mutlu edeceğini düşündüğümüz yeni rotalara çevirip, tıpkı kedinin kuyruğunu kovalaması gibi yeni hedeflerimiz üzerinden mutluluğu yeniden yakalamanın peşine düşüyoruz.
Materyalizm temelli mutluluk arayışı beraberinde hep daha fazla tüketmeyi ve daha çok para kazanma ihtiyacını doğurmakta.
Bizi neyin mutlu, neyin mutsuz edeceğine yönelik tahminlerimizde sıklıkla yanıldığımızı biliyor muydunuz?
Bizi neyin mutlu, neyin mutsuz edeceğine yönelik tahminlerimizde sıklıkla yanıldığımızı biliyor muydunuz?
Virginia Üniversitesi sosyal psikoloji profesörü Tim Wilson ve Harvard Üniversitesi sosyal psikoloji profesörü Dan Gilbert, yürüttükleri araştırmada yaşama dair belki de en önemli yanılsamalarımızdan birinin bizi gerçekte neyin, nasıl mutlu edeceğine dair isabetsiz tahminlerimiz olduğunu buldular.
Gilbert bu konuya değindiği TED konuşmasında, gelecekte elde etmeyi umduğumuz bir kazancın tahmini sürecinde beynimizin düştüğü hataları detaylı olarak açıklamış.
Hataya düşme nedenlerinden biri olarak zihnimizin tüm olasılıkları dikkate almak yerine, daha önceki deneyimlerine güvenmesini veya fazla çaba göstermeden gördüğü örüntüler üzerinden karar varma eğilimini sayıyor.
Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı tarafından hazırlanan Dünya Mutluluk Raporu, 156 ülkeyi kendi vatandaşlarının değerlendirmelerine göre her yıl “en mutlu”dan “daha az mutlu”ya doğru sıralamakta.
Türkiye’nin 79. sırada yer aldığı bu raporda, nasıl oluyor da dünyanın kişi başına en fazla satın alım gücüne sahip ülkesi olan Katar yerine İskandinav ülkeleri listenin ilk üç sırasında yer alıyor?
Belirli bir refah seviyesinin üzerinde olmakla birlikte dünyanın en zengin insanları olmayan, üstelik son derece zorlu iklim koşullarında yaşayan İskandinavlar, neden dünya mutluluk liginin zirvesindeler?
Mutluluk üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Amerikalı sosyal psikolog Sonja Lyubomirsky, yaptığı araştırmanın sonuçlarını “Nasıl mutlu olunur?” adlı kitabında detaylı olarak anlatıyor. Lyubomirsky, mutluluğumuzun yüzde 50 oranında genetik kodlarımıza bağlı olduğuna dikkati çekmiş. Hani kendine kolaylıkla mutlu olacak nedenler bulan, bardağın yarısını dolu gören arkadaşlarınız vardır ya, işte onlar genetik piyangonun vurduğu kişiler!
Aynı çalışmadan çıkan şaşırtıcı bir sonuç da, sanılanın aksine mutluluğumuzun sadece yüzde 10’luk kısmının yaşam şartlarımıza bağlı olması. Yani refah seviyemiz, görünüşümüz, sağlığımızla ilgili durumumuz, ilişkilerimiz, başımıza gelen talihli veya talihsiz olaylar mutlu olmamızda bir rol oynuyor, ama bunlar genel kanının aksine oldukça düşük bir etki oranına sahipler.
Araştırma, mutlu olmanın yüzde 40 gibi azımsanmayacak bir oranda düşünme biçimimize, alışkanlıklarımıza ve eylem seçimlerimize, yani bu konuda bilinçli olarak gösterdiğimiz çabaya bağlı olduğunu ortaya çıkarmış.
Son yıllarda popülerlik kazanan İskandinav yaşam tarzı kitapları, “Hygee: Danimarkalıların Mutluluk Sırrı” ve “Lykee: Dünyanın En Mutlu İnsanlarının Sırları”, işte tam da bu yüzde 40’lık bölümü yaşamınızda nasıl aktive edebileceğinize dair ipuçları içeriyor.
Düşünme tarzımızın bizi yönlendirdiği eylemler mutlu ya da mutsuz olmamızda önemli bir rol oynadığından, zihin oyunlarımızın farkına varmak mutsuzluk tuzaklarına düşmemizi önemli ölçüde azaltacaktır.
Bu tuzakların neler olduğuna gelin birlikte bakalım:
#1 Bir şeyin değerini olduğu gibi görmek yerine hep bir şeylerle kıyaslayarak ne kadar iyi, güzel, faydalı, zevk verici, tatmin edici olduğu hükmüne varırız. Mutluluğumuzu olaylar değil, seçtiğimiz kıyaslar belirler.
Beynimiz, çalışma prensibi gereği topladığı verileri ancak bir referans noktasıyla kıyaslama yaparak değerlendirebilir. Bunun doğru bir referans noktası olup olmadığını ise dikkate almaz. Ebbinghaus illüzyonundaki turuncu dairelere bakan beynimiz, dairelerden birini daha küçük olarak algılar. Oysa aralarında fark yoktur, ama küçük dairelerin varlığı turuncu daireyi sanki olduğundan daha büyükmüş gibi algılamamıza neden olur.
Peki günlük hayatımızda, bizi mutlu veya mutsuz eden olaylarda nasıl kıyaslamalar yaptığımızın ne kadar farkındayız? Gerçekçi olmayan beklentileri temel alarak kendimizi mutsuz ediyor olabilir miyiz? Kıyaslamanın verdiği mutsuzluğun girdabına kapılıp, içinde bulunduğumuz anda yaşamın bize verdiği irili ufaklı hediyeleri mi fark edemiyoruz? Aslında bize hiç de iyi gelmeyen ilişki ve alışkanlıkları, seçtiğimiz referanslar nedeniyle normalleştirip, kronik mutsuzluğa davetiye mi çıkarıyoruz?
Arizona Üniversitesi Psikoloji Profesörü Douglas Kenrick ve meslektaşları, yaptıkları bir araştırmada kadınların moda dergilerindeki modellere sadece birkaç dakikalığına baktıktan sonra mutluluk skorlarında düşme olduğunu bulmuşlar.
Sosyal medyada geçirdiğimiz süre içinde göz attığımız paylaşımlar, ister istemez bizi başkalarının hayatıyla kendimizinkini kıyaslamaya itiyor. Farkında olmadan diğerlerinin çoğunlukla en iyi, en mutlu anlarını gösterdikleri paylaşımları sanki onların yaşamları hep böyle geçiyormuş gibi genelliyor ve kendi deneyimlerimizi, olanaklarımızı acımasızca eleştirip kendimizi mutsuzluğa mahkûm ediyoruz. TV dizilerindeki karakterlerin yüksek yaşam standartlarına bakıp, sahip olduklarımızın yetersizliğine kanaat getiriyoruz.
Zihnimiz, kıyaslamalarda kullanacağı referansları, genellikle varsayıldığı gibi mantığın ön planda olduğu bir süreçle seçmiyor. Tıpkı Ebbinghaus illüzyonunda olduğu gibi en yakınındaki referansları dikkate alıyor. Bu referanslar, o gün ünlü bir şarkıcının aldığı lüks eve dair internette okuduğumuz bir haber, sevdiğimiz dizinin başrol oyuncusuna bir yatta verilen sürpriz doğum günü partisi veya işe yeni başlamış genç bir departman arkadaşımıza ailesinin hediye ettiği lüks arabadan inerken görmek olabiliyor. Zihnimiz, bu gördüklerini referans noktası olarak alıp orantısız, gerçeklerden uzak karşılaştırmalar yapıyor. Biz bilinçli olarak müdahale etmediğimiz sürece, bunlar mutsuzluğumuzun giderek artmasına yol açabiliyor.
#2 Beynimiz deneyimlerimizi zamanla sıradanlaştırır. Bir nesneye, kişiye, duruma bağlı kalıcı mutluluk hali olanaklı değildir.
Yeni kıyafetler, yeni arkadaşlar, ilk kez gittiğimiz tatil beldesi, rengini değiştirdiğimiz oda, evimize aldığımız rahat koltuk takımı, işe giderken trafikten kaçmamızı sağlayan yeni rota bizi bir süreliğine mutlu edebilir. Ancak beynimizin deneyimlerimizi normalleştirme eğilimi vardır. Bize mutluluk veren şeylere bir süre sonra alışırız ve eskisi kadar bizi mutlu etmediklerini fark etmeye başlarız. Bunun nedeni kıyas sistemimize girip, onun bir parçası haline gelmeleridir. Bugün bizi çok mutlu eden olaylar, kazanımlar, ilişkiler, tıpkı daha önceki mutluluk deneyimlerimizde olduğu gibi zamanla sıradanlaşırlar.
Beynimizin bu çalışma prensibinin farkında olmak, mutlu olmaya dair daha gerçekçi bir beklenti içine girmemize yardımcı olacaktır.
#3 Gelecekte ne yoğunlukta ve ne kadar süreyle mutlu veya mutsuz olacağımıza dair fazla iyimser ya da fazla kötümser önyargılarımız vardır ! Bu önyargıların farkında olmadığımızda bizi gerçekten mutlu edecek seçimler yapmak zorlaşır.
Psikolog Dan Gilbert bu durumu “etki önyargısı” olarak adlandırıyor.
Zihnimiz, çok arzuladığımız ve bize mutluluk vereceğini düşündüğümüz deneyimlerin gerçek hayatta bize vereceği mutluluktan çok daha fazlasını, daha uzun süreyle hissettireceğine inanır. İşte tam da bu nedenle her yeni aldığımız kıyafetin, elektronik aletin veya aldığımız terfinin bizi uzun süre çok mutlu edeceğini düşünüyor ve geçmişte bunun hiç de böyle olmadığını defalarca deneyimlemiş olmamıza rağmen, yine de aynı yanılgıya düşüyoruz.
Aynı önyargı bizi mutsuz edeceğine inandığımız konularda da devreye giriyor. Zihnimizin çok fazla zorlanacağımıza ve mutsuz olacağımıza yönelik geliştirdiği inançlar nedeniyle bazı deneyimlere girmekten, risk almaktan kaçınıyoruz. Bu da yeni mutluluk fırsatlarını kaçırmamıza neden oluyor. Son ilişkisinin ayrılık sürecinde sıkıntı yaşadığı için yeni bir ilişkiye girmekten çekinen ve yalnız yaşamaya alışmış birini bu duruma örnek verebiliriz.
Gilbert, mutluluğa ulaştıracak seçimlerimizde etki önyargısından kaçınmak adına bizleri iki konuda farkındalık geliştirmeye davet ediyor:
Bunlardan ilki odaklanma (focalism)… Bizi mutlu edeceğine inandığımız bir konuda tahmin yürütürken zihnimiz tek bir şeye odaklanıp sadece onu düşünüyor, geri kalan seçenekleri gözden kaçırabiliyor. Örneğin, sırf terfi almak ve daha fazla para kazanabilmek için bize yapılan bir iş teklifini, o iş aslında yapımıza veya kariyer hedefimize hiç de uymadığı halde kabul edebiliyoruz. Veya lüks bir arabayı uygun bir fiyata alma fırsatını bulduğumuzda, zihnimizin odaklanma eğilimi nedeniyle bu arabanın vergilerini öderken veya bakımını yaptırırken bize getireceği maddi zorlukları gözden kaçırabiliyoruz.
Gilbert, etki önyargısının etkisinden çıkamamamızın bir nedenini de psikolojik bağışıklık sistemimizin gücünden habersiz olmamıza (immune neglect) bağlıyor.
Oysa, olumsuz olaylara uyum sağlama ve bunlarla başa çıkmada düşündüğümüzün ötesinde çok daha güçlü ve esneğiz. Kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlayacak ruhsal mekanizmalara sahibiz ve bunları zaman zaman farkına varmadan kullanıyoruz. Başımıza gelen olayları anlamlandırıp, yolumuza devam edebiliyoruz. Kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlayacak, toparlanmamıza destek olacak psikolojik bağışıklığa sahip olmamıza rağmen zorlayıcı durumların altından kalkamayacağımıza dair bir endişeyi içimizde taşıyoruz. Mutsuz olmak endişesiyle adım atmaktan korktuğumuz zamanlarda, psikolojik bağışıklığımızın varlığını hatırlamak zihnimizin önyargılarına karşı bizi koruyacaktır.
Peki zihnimizin oynadığı bu oyunların üstesinden nasıl gelebileceğiz? Mutlulukla aramıza giren bu zihin tuzaklarını nasıl atlatıp, mutlu bir yaşam sürebiliriz? Gelecek yazımızda bu konuda Pozitif Psikoloji’nin önerdiği günlük, basit uygulamalar ve yaklaşımları sizlerle paylaşacağız. Günlük rutinimize sokacağımız bu uygulamalarla adım adım daha tatminkâr ve daha mutlu bir yaşamın kapılarını birlikte aralayacağız. O zamana kadar mutlu kalın.