Zorlu Holding CEO’su
Cem Köksal
“Çalışma arkadaşlarımızın yetkinliği ve teknolojinin güçlü uyumuyla geleceğe yön vereceğiz.”
Zorlu Holding CEO’su Cem Köksal, geçtiğimiz Haziran ayında devraldığı liderlik koltuğunda üçüncü ayı geride bıraktı. Zorlu Grubu’ndaki ilham verici, uzun soluklu yolculuğunu “Sürekli öğrendiğim, kendimi geliştirdiğim keyifli, mutlu bir yolculuk” diye tanımlıyor. Yaklaşık 28 yıldır Zorlu Grubu çalışanı olan Köksal’ın şimdiki hedefi, Holding’i bulunduğu noktadan daha da ileriye taşımak, görevini devredene kadar hayalindeki insan odaklı organizasyonu güçlendirmek ve yeni CEO’lar yetiştirmek. Günümüz dünyasının değişen ve dönüşen insanını odağına alan Köksal ile hem yeni dönemdeki hedeflerini hem de ofis dışındaki yaşamını konuştuk, Zorlu Dergi için keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Zorlu Holding’le yolunuz ilk olarak 2002 yılında kesişti. 2012 yılında Zorlu Holding Mali İşler Grubu Başkanı (CFO), 2024 yılında da Zorlu Holding CEO’su oldunuz. Siz bu yolculuğu nasıl tanımlarsınız?
Zorlu Grubu’nda hikayem aslında 2002’de değil, 1997 yılında başladı. Zorlu Grubu’nun DenizBank’ı satın almasıyla ilk adımı attım. ‘Banka lisansı satın alındı’ demek daha doğru olur çünkü bankada bir yapılanma bulunmuyordu. Bankayı kurma görevi de bugün hala DenizBank’ın Genel Müdürü olan Hakan Ateş’e verilmişti. Hakan Bey’le, o dönem birlikte çalışmıştık. 1990’ların sonunda, bankacılık hızlı ve dolayısıyla kontrol edilmesi zor bir büyümenin içindeydi. Sektör o kadar hızlı büyüdü ki yetkin insan çok daraldı. Dolayısıyla oldukça genç insanlara sorumluluk ve yetkinin verildiği istisnai bir dönemdi. Açıkçası ben de bu dönemin öğretici ortamından faydalanan şanslı kişilerdenim. Hakan Bey’in teklifiyle, o dönem çalıştığım bankadan ayrılarak 30 yaşımda, DenizBank’ta Genel Müdür Yardımcılığı görevini üstlendim. Zorlu Grubu’na da bu vesileyle adım atmış oldum. Dolayısıyla Zorlu ile olan hikayemi 2002’den beri anlatsak da 1997’ye kadar uzanan uzun bir hikaye…
2001 krizinin ardından, bankacılık sektörünün de olumsuz gidişatı sebebiyle yeni bir iş arayışındaydım. Aynı dönemde Vestel’in eski CFO’su Cem Bodur, kendisi benim rol modellerimden de biridir, mevcut görevini devralmak isteyip istemeyeceğimi sordu. Böylece, 2002’de Vestel CFO’su olarak göreve başladım. Aslında o dönem sadece Vestel değil, tüm Grup şirketlerimizin de finansal alanındaki işleriyle yakından ilgilenme fırsatım oldu. 2006’da DenizBank’ın satışını gerçekleştirmemizin ardından nakit akışımızın da artmasına paralel önemli yatırımlar gerçekleştirdik. 2012 yılında, Ömer Yüngül Bey’in Zorlu Holding CEO’su olmasının ardından ben de Zorlu Holding CFO’luğu görevini üstlendim. Dolayısıyla Zorlu Holding’in şirketler topluluğu yapısından çıkarak bugün ulaştığı bütün süreçleri yaşamış biriyim. Ömer Bey, geçtiğimiz Haziran ayında emekli oldu ancak 2020 yılında emeklilik hayali de kurmaya başlamıştı. O süreçten beri de selef olarak gördüğü birkaç kişiyle çok yakın çalışıyordu, ne mutlu ki ben de onlardan birisiydim. Dolayısıyla dört beş senedir bir CEO Yardımcısı gibi çalıştığımı söyleyebilirim. Zorlu Grubu’nda bulunduğum yaklaşık 28 senelik kariyerim; çok keyifli, sürekli öğrendiğim, geliştiğim bir yolculuk… Durmaksızın öğrenmek, kendini geliştirmek, yaptığının karşılığını görmek ve takdir edildiğini bilmek beni hep pozitif besleyen süreçler oldu.
Başta Yönetim Kurulu Başkanımız Sayın Ahmet Zorlu olmak üzere tüm Yönetim Kurulu üyelerimize ve Ömer Yüngül Bey’e de bir kez daha buradan da beni bu göreve layık görerek onurlandırdıkları için teşekkür ediyorum.
Kurum içerisinden bir yöneticinin adım adım bayrağı devralmasına şahit olduk. Kurum içerisinden yönetici atamaların gerçekleştirilmesi kurumlarda istikrar ve devamlılık için çok önemli. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Müthiş bir aidiyet ve sahiplenme duygusu veriyor. Aynı zamanda da çok dikkatli olmak gerekiyor. Hem şirket için hem de bireyler için biraz devinim şart... İş değilse bile iş yapış süreçleri her zaman değişiyor, ilerliyor. Farklı şeyler öğrenmek, yaptığınız işleri belli bir zaman sonra başka arkadaşlara devretmek gerekiyor. Çünkü her birey işe farklı bir bakış açısı katıyor. Ben Zorlu Holding CFO’luğu pozisyonunda uzun yıllar geçirmiş olsam da işin içeriğiyle ilgili gündem her daim çok değiştiği ve dönüştüğü için alışkanlığa düşmedim. Şimdi benden bu görevi devralan çalışma arkadaşımın, değerli Alp Dayı Bey’in de yeni değişiklikler yaptığını görüyorum, işler çok da güzel ve doğru yönlere gidiyor. Dolayısıyla belli bir süre sonra başkalarının da bayrağı taşımasının kuruma faydası olduğuna inanıyorum. Değişim, bireylere de kendilerini geliştirme ve motive olma fırsatı veriyor. Bunu gözeterek kariyer gelişim süreçlerimizi planlıyoruz. İddialı konuştuğumun farkındayım ama geleceğin Zorlu Holding CEO’larını muhakkak aramızdan çıkaracağız, yüzde 99 değil, yüzde 100’ünü. Geleceğin CEO’larını ise aynı pozisyonda uzun yıllar kalmaları sonucunda değil, belli aralıklarla bambaşka alanlarda Gruba katkı sağlamaları, kendilerini geliştirmeleriyle belirleyeceğiz. Kurumumuzda çalışma arkadaşlarımızı içeride yetiştirmeyi, uzun vadeli gelişimlerine destek olmayı çok önemsiyoruz. Ancak altını çizmek istiyorum; kurumu tanımak kadar, beraber büyümek, gelişmek, değişmek de gerekiyor.
“Ben hayatımda hiç CV hazırlamadım.”
Zorlu Grubu’nda çok değerli bir kültür var. Önemli başarılara imza atmış yöneticilerin kurum içinde yükseldiğini görüyoruz. Zorlu Grubu’nda bulunmak, burada çalışmak, bir şeyler katabilmek gerçekten bana mutluluk veriyor. En önemlisi de tüm bunları birlikte başarmak. İşe kendi işiniz, kendi meseleniz gibi sarıldığınızda bu tatmini daha yoğun bir şekilde hissediyorsunuz. Yaklaşık 28 yıldır Zorlu ailesinin bir parçası olduğumu hissediyorum. İşin biraz da eğlenceli bir yanı, bir kere bile CV hazırlamadım. Burada çok mutluyum. Her gün keyifle geldiğim, severek çalıştığım bir işim var ve kendimi çok şanslı hissediyorum.

“Zorlu Grubu olarak biz beraber çalışma kültürünü, ortak akılla hareket etmeyi, yan yana olmayı, birlikteliği çok önemsiyoruz. Yeni neslin de kendisini mutlu ve rahat hissedeceği çalışma ortamını pekiştirmek, çalışmaktan keyif alacağı çözümleri bulmak üzere yoğun şekilde çalışıyoruz.”
“Her şey değişecek
ve hiçbir şey değişmeyecek.”
Zorlu Grubu’nun geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Beş yıllık hedeflerinizden ve stratejinizden bahsedebilir misiniz?
Bu soruyla sık sık karşılaşıyorum. Ben her şeyden önce “insan olmayı” çok önemsiyorum. Tabii ki profesyonel bir yönetici olduğum ve kurumumuza aidiyet duygum çok yüksek olduğu için tüm odağım ve mesaim şirket için oluyor. Ama diğer taraftan kapıdan çıktığım andan itibaren başka şapkalarım var. Bir eşim, bir babayım, kişisel ihtiyaçlarım var; tatile gitmeliyim, sporumu yapmalıyım… Hayattan keyif alacak, kendimi zenginleştirecek ve besleyecek zamanı da yaratmalıyım. Kendime verdiğim bu değeri bütün arkadaşlarıma vermek ve bütün yönetici arkadaşlarımı da bu bakış açısında hizalamak gibi bir misyon edindim. Ben buna “insan odaklı organizasyon” diyorum. Bu bakış açısını içselleştirmek hızlı ve kolay olmasa da kurum kültürümüze entegre edebildiğimizde hayatımızdaki en büyük değişiklik bu olacak diyebilirim.
Yeni dönemde Grubumuzun iş stratejisinde ise hem hiçbir şey değişmeyecek hem de her şey değişecek. Çünkü aslında 2018 yılında ortaya koyduğumuz Akıllı Hayat 2030 stratejisini oluştururken, sürdürülebilirlik ekosistemi içerisindeki çok önemli iş fırsatlarını da görerek, haritamızı Zorlu Grubu’ndaki tüm çalışma arkadaşlarımızın katkısı ve emeğiyle hep birlikte planladık. Yatırımlarımızı da buna göre şekillendirdik. Bugün uygulamakta olduğumuz stratejilerin hepsinde bir katkım olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Önümüzdeki beş yıl boyunca 2018 yılında ortaya koyduğumuz bu stratejinin uygulama adımlarının devamını göreceğiz. Dolayısıyla “hiçbir şey değişmeyecek.”
Bir yandan da her zaman olduğu gibi “her şey değişecek” çünkü dünya değişiyor, ülke değişiyor, iş hayatı değişiyor. Değişimin en çok hissedildiği yer ise “insan” konusu. “İnsan odaklılık” yaklaşımımız, bu alana verdiğim önemin sebebi de buna dayanıyor.
İş hayatında “insan odaklı yaklaşımı” zorunlu kılan değişimlerden de biraz söz eder misiniz?
Son iki senedir giderek artan, etkilerini gelecek dönemde daha da derinden hissedeceğimiz çok ciddi bir insan kaynağı krizi içerisindeyiz. Üniversite mezunu, kendini iyi yetiştirmiş ve geliştirmiş, nitelikli gençler yurt dışında çalışmayı hedefliyor. Sosyal medyanın içine doğan Z jenerasyonunun farklı sosyal-kültürel yapıları ve buna paralel ihtiyaçları var. Bizim bugün “kurumsal hayat” diyerek nitelendirdiğimiz pek çok yaklaşımı benimsemiyorlar. Özgür ve rahat çalışma ortamına daha çok önem veriyorlar. Bizim gibi 70 yılı aşkın köklü bir kurumun değerlerine ve kültürüne adapte olmaları ise çok kolay olmayabiliyor. Dolayısıyla “geleceğin yöneticilerini” bulmak da artık her zamankinden daha zor. Ayrıca, Türkiye’de işveren markasıyla öne çıkan kurumların sayısı da giderek artıyor. Artık bu alanda da önemli bir rekabet ortamı var. Nasıl ki ürettiğimiz televizyonu satmak için üreticinin gözünde en çekici ürünü yapmak istiyorsak, çalışma hayatına girmek isteyen gençler için de en çekici işveren markası olmalıyız diye düşünüyorum. Hem Yönetim Kurulumuzun hem de benim CEO olarak en öncelikli odaklandığım temel konu bu.
Zorlu Holding olarak ileri düzeyde insan kaynakları sistemleri kullanıyoruz ancak bazı güncellemelere, biraz daha esnekliğe ihtiyacımız olduğu da bir gerçek. Bazı dönüşümler de kaçınılmaz oluyor. Yaklaşık 20 sene önceye kadar şirketlerde Cumartesi günleri çalışmak gibi bir kültür varken, pandeminin getirdiği dönüşümle birlikte hibrit çalışma sistemleri başladı. Elbette ki bu bir adaptasyon kabiliyeti, esneklik ve çeviklik gerektiriyor ancak her şeyde olduğu gibi uyum sağlayan, hızlı değişebilen, dönüşebilen şirketler başarılı oluyor. Biz de bu şirketlerden biriyiz. Özellikle gençlerin uzaktan çalışmaya yönelik taleplerinin olduğunun farkındayız. Elbette kurumların da bazı köklü değerleri bulunuyor. Zorlu Grubu olarak biz beraber çalışma kültürünü, ortak akılla hareket etmeyi, yan yana olmayı, birlikteliği çok önemsiyoruz. Yeni neslin de kendisini mutlu ve rahat hissedeceği çalışma ortamını pekiştirmek, çalışmaktan keyif alacağı çözümleri bulmak üzere yoğun şekilde çalışıyoruz.
“Çok kültürlülükten beslenmeliyiz.”
Türkiye’de yıllar içerisinde büyük bir göç dalgası yaşandı. Dolayısıyla çok kültürlü bir yapıya geçmiş durumdayız. İşveren olarak bizim de bunu kabullenen, içselleştiren, bundan beslenebilen bir yapıya dönüşmemiz gerekiyor. Eskiden kapsayıcılığı sadece cinsiyet eşitliği gibi bir alanda ele alırken şimdi çok kültürlülüğü de içine alan bir yaklaşım benimsememiz önem kazandı. Biz Grup olarak da dünyaya daha fazla açılıyoruz. Avrupa’nın pek çok şehrinde 1000’in üstünde, Çin’de 200’e yakın, çalışma arkadaşımız var. Bu sayı giderek de artıyor. O nedenle kapsayıcılık konusu, insan meselesinin en önemli unsurlarından biri haline geliyor diyebilirim. Kapsayıcılığı daha fazla benimsemek için ekstra pozitif ayrımcılıklar da yapabiliriz, İnsan Kaynakları ekibimizle üzerinde çalışıyoruz.
“Yeni neslin de kendisini mutlu ve rahat hissedeceği çalışma ortamını pekiştirmek, çalışmaktan keyif alacağı çözümleri bulmak üzere yoğun şekilde çalışıyoruz.”

Çalışma hayatında sizin için en çok öne çıkan üç başlık nedir?
Benim için üç temel başlık; sürdürülebilirlik, insan odaklılık, dijitalleşme ve yapay zeka. Finans kökenli biri olarak söyleyeceğim sizlere değişik gelebilir ancak bir şirketin uzun dönemde değerini belirleyen en önemli unsurun kurumsal itibar olduğuna inanıyorum. Biz bunu, Akıllı Hayat 2030 sürdürülebilirlik stratejimiz ve “sorumlu yatırım holdingi” anlayışıyla, yenileyici iş modelleri ve insan odaklı ekosistemlerle birlikte bir bütün içinde uygulayan, her şeyin önüne başta çalışanlar olmak üzere tüm paydaşları koyan bir kurum olarak sağladığımıza inanıyoruz. Etkin olduğumuz her coğrafyada; topluma, çevreye, insana olan etkimizin farkındalığıyla hareket ederken; finansal gücümüzün devamlılığının ekosistem için öneminin de bilincindeyiz. Kurumsal itibar ve gerçek değer, ekonomik gücün ötesinde bu karmadan besleniyor. Sorumlu yatırımcı kimliğimiz de aslında bunun bir yansıması. Aldığımız her kararın ve yarattığımız etkinin; bir sorumluluğu olduğunun farkındayız. Yeni dönemde bu benim için en temel ve en önemli başlık olacak. Sürdürülebilirlik konusunu kurumsal bir sorumluluk olmaktan öte etkin bir risk ve fırsat yönetim aracı olarak ele alıyoruz ve almaya devam edeceğiz. Akıllı Hayat 2030 stratejimizin Grup şirketlerimiz tarafından sahiplenilmesiyle ihtiyaçları özelinde şekillendirilip yönetilmesinin ve paydaş temelli bir yaklaşımın benimsenmesinin; toplumsal etkimizin ve şirket değerimizin artışına önemli katkılar sağladığını gözlemliyoruz.
“Fark yaratmayı mesele edinmek, şeffaf ve dürüst olmak.”
İş yaşamında başarıya ulaşmak elbette disiplinli bir çabanın ürünü, ancak işinizde fark yaratmayı mesele edindiğinizde, kurumunuz da bu fırsatı size sağladığında, bir şeyler başarırsanız hayattaki en büyük keyfi o zaman alıyorsunuz. “Verileni yapma” dönemi çoktan sona erdi. Artık fark yaratacak insanların dönemi başladı. “Nasıl daha iyi yaparım, yaptığım işle şirkete nasıl katma değer sağlarım, insanlığa nasıl daha fazla değer katabilirim” diye düşünen, bunu mesele edinen kişiler öne çıkıyor. Diğer taraftan şeffaf ve dürüst bir insan olmak, her konuda olabildiğince dürüst olmak çok önemli… Hepimiz insanız; hata yaptığımızda da çekinmeden ortaya koyabilmek, sorumluluk alabilmek çok değerli bir erdem.
“Dijital dönüşümü kullanarak verimlilik artışı sağlayabiliriz.”
Toplumsal ihtiyaçları doğayla uyum içinde sürdürülebilir sistemler kurarak karşılamak için çalışıyoruz. İklim krizi ve döngüsel ekonomi alanlarında ekosistemi dönüştürmeyi hedefliyoruz. Küresel meseleleri içselleştirmemiz, bu meselelere karşı kendimizi “sorumlu” hissetmemiz bu noktada büyük önem taşıyor.
İnsan odaklılık dediğimizde ise aslında madalyonun iki tarafı var. CEO’luk görevinin temsil ettiği iki taraf var; hem en kıdemli çalışan temsilcisi hem de Yönetim Kurulu ve hissedarların temsilcisi. Dolayısıyla bir yandan çalışan bağlılığını artırmaya yönelik işveren markası olma yolunda önemli adımlar atarken bir yandan da elimizdeki kaynakları nasıl en verimli şekilde kullanabileceğimize odaklanıyorum. Sürdürülebilirlik ve insan odaklılıktan sonra üçüncü önemli başlığım ise dijitalleşme ve yapay zeka. 1990’larda yaşadığımız enflasyon dönemlerinde, her şeyin fiyatı dengeli artardı. Şu an ise özellikle ticareti yapılamayan alanlarda enflasyonun etkisini daha yüksek hissediyoruz. Eğitim, okul fiyatları, ev kiraları gibi ticareti yapılamayan ürünlerin fiyatları hızla artarken ticareti yapılan ürünlerde fiyatlar kur artışı kadar oldu. Dolayısıyla gelirlerinin büyük bir çoğunluğunu ihracattan elde eden bizim gibi kurumların gelir seviyesinde olumlu yönde radikal bir değişim söz konusu değil. Daha açık ifade etmek gerekirse şu an iş dünyasında çalışan herkesin mali açıdan zorlandığına şahit oluyoruz. Fakat mevcut kaynaklarda çok büyük bir değişiklik yok. Bu yaşadığımız sorunun çözümünü ise yapay zekada görüyorum. Dijitalleşmenin getirdiği verimlilik artırma fırsatlarından faydalanmalıyız. Yapay zekayla uyum sağlayacak, birlikte çalışacak kişilerden oluşan ekipler kurmalıyız. Teknolojinin iyi yönlerini hayatımıza başarılı bir şekilde entegre ederek bilime, veriye dayalı sistemleri geliştirmeliyiz. Teknoloji bizden daha hızlı ilerliyor. Açıkçası böyle bir dönüşüm sürecinde, iş stratejisinin çok ciddi bir teknoloji katmanı taşıması ve katma değeri üstel olarak büyütmesi gerekiyor. Bu sebeple bireysel olarak benim hayalim, yapay zeka ile çalışma arkadaşlarımızın uyumlu bir şekilde çalışmasını sağlayarak Zorlu Grubu’nu üstel büyüme yaratabilecek bir Gruba dönüştürmek. Eğer yapay zekayı, dijital ürünleri işlerimize doğru entegre edebilirsek verimlilik artışından sağladığımız bütün kaynağı “insan odaklı ekosistemlere” yatırmayı hedefliyoruz. Bu nedenle yapay zeka ve insan odaklılığı birbirinden ayrılmaz iki parça olarak görüyorum. Artık rekabetçi bir ortam var, işveren markası olma yolunda önemli hedeflerimiz bulunuyor. Bu hedeflere de, hayatımıza yapay zekayı entegre ederek ulaşacağız.

“Bireysel olarak benim hayalim, yapay zeka ile çalışma arkadaşlarımızın uyumlu bir şekilde çalışmasını sağlayarak Zorlu Grubu’nu üstel büyüme yaratabilecek bir Gruba dönüştürmek.”
Önümüzdeki dönemde hayata geçirmek istediğiniz yeni projeler var mı?
Stratejimizde çok şey değişmeyecek diye belirttiğim kısım aslında tam olarak bu. Çünkü aslında 2018 yılında ortaya koyduğumuz Akıllı Hayat 2030 stratejisini oluştururken, sürdürülebilirlik ekosistemi içerisindeki çok ciddi iş fırsatlarını da görerek haritamızı oluşturduk. Son üç dört senedir uyguladığımız stratejilerimize devam edeceğiz. Elbette hızlı büyüme potansiyeli yüksek, sürdürülebilir değer yaratan ve geleceği şekillendiren yenilikçi alanlar ve fırsatlar da önümüze çıkarsa değerlendireceğiz.
Biz Akıllı Hayat 2030 sürdürülebilirlik stratejimizi altı yıl önce oluşturduk. Sürdürülebilirlik konusunda en erken çalışmaya başlamış holdinglerden biriyiz. Sürdürülebilirlik ekosistemi içinde çok büyük iş fırsatları olduğunu görünce seneler önce rotamızı bu yönde belirlediğimiz için planımız çok net. Akıllı ürünlerden, akıllı evlere, akıllı ulaşımdan, akıllı şehirlere kadar hayatın her alanında toplumsal değişim ve dönüşümü tetikleyecek işlere imza atıyoruz ve atmayı da sürdüreceğiz. Yenilenebilir enerjiden elektrikli araç ekosistemine, akıllı beyaz eşya ve elektronik ürünlerden, araştırma-geliştirmeye dayanan yenilikçi madencilik uygulamalarına, sürdürülebilir tekstillerden deneyim odaklı yaşam alanları sunan gayrimenkul uygulamalarına kadar değer yaratan birçok alana yatırım yapıyoruz.
Elektrikli araçların şarj cihazlarını üretmeye seneler önce başladık, bugün çok iyi bir yerdeyiz. Bu araçlara yan sanayi ile destek olacak altyapı yatırımları da gerçekleştiriyor, geliştirmeye çalışıyoruz. Özellikle rüzgar veya güneşten elde ettiğimiz yenilenebilir enerjiyi depolama işi, sürdürülebilir enerjinin vazgeçilmez bir parçası olarak iş hayatımıza ekleniyor. Bugüne kadar hiç yoktu belki fakat yakın bir gelecekte çok önemli bir iş kolu olacak. Bu konuda da kritik çalışmalarımız var.
Akıllı Hayat 2030 stratejimizle uyumlu, mevcut sektörlerimiz altında, bize daha fazla katma değer yaratacak yenilikçi alanlara yatırım yapma konusunda da ekip arkadaşlarımızla çalışmaya devam edeceğiz.
İş yaşamında başarıya giden yolda “olmazsa olmaz” diyebileceğiniz dinamikler neler? Bu işin altın kuralları var mı sizce?
Elbette herkesin doğrusu kendine göredir. Ancak benim için “doğru” nedir anlatabilirim. Ben, aynı eğitimi almış bireylerin kapasitelerinin çok benzer olduğuna inanıyorum. Burada çalışan herkes şirketin verdiği bir görevi yapabilecek yetkinlikte ve donanımda. Dolayısıyla görevini yapabiliyor olmak, yükselme garantisi değildir diye düşünüyorum. Fazladan bir şeyleri yapabilmek, biraz daha fazla katkı vermek için çabalamak benim için çok değerli. Önemli olanın “Bunu şöyle bir altyapıyla yaparsak daha verimli olur, daha az yorularak daha fazlasını yapabilirim” gibi öneriler getirebilmek. İlerlemeyi yeni fikirler sağlar.
“Fikir geliştiren, değişimi destekleyen insanlar çok değerli.”
Bu biraz insanın kendi içinde mesele edinmesiyle ilgili bir konu. Holding’in CEO’su olarak örneğin Vestel’de Pazarlama ekibinde görev alan bir arkadaşımın yaptığı işi onun kadar iyi yapamam. Herkesin kendi işine çok hakim olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla işin daha iyi yapılması noktasında, daha verimli olunması için çalışma arkadaşlarımdan fikir gelmesini bekliyorum. Yaptığınız işi sizden daha iyi bilen hiç kimse yok. Fikir geliştiren, değişimi destekleyen ve tetikleyen insanlar çok kıymetlidir. Şirketin meselesini kendi meselesi edinen, dürüstçe, şeffaf bir şekilde çalışan insanları kaybetmemek gerekir. Bunun için de fikirlerinizi alan, değerlendiren, onları geliştirmeniz için sizin önünüzü açan mekanizmalara sahip bir şirkette çalışıyor olmak çok önemli. Biz de bu anlamda çok önemli adımlar attık, daha fazla da atacağız.
İş dışındaki zamanınızı nasıl yönetiyorsunuz? Hobilerinize vakit ayırabiliyor musunuz? İş dışında dinlenmek için neler yapıyorsunuz?
En önemli dinlenme yöntemim spor yapmak. Haftada en az dört gün, iş çıkışı spora gidiyorum. Ben biraz gece insanıyım, geç yatıyorum dolayısıyla sabah da zor uyanıyorum, altıda kalkıp spor yapıp işe gitmek bana uymuyor. Kurum adına daha verimli ve faydalı olmak için arada mola verebilmek, dinlenmek de gerekiyor. Bu sebeple kendime de vakit ayırmaya, dinlenmeye ve kişisel ilgi alanlarıma zaman ayırmaya çalışıyorum. Örneğin, denizden çok keyif alıyorum. Ankara’da doğdum ve büyüdüm, Boğaziçi Üniversitesi’nde okumaya İstanbul’a geldiğimde ilk defa deniz şehrinde yaşamaya başladım, nasıl denize bu kadar büyük bir sevgi beslemeye başladım bilemiyorum. Denizin üstünde olmak, kumsalda kitap okumak, suyun üzerinde olmak bana çok keyif veriyor.
Şu sıralar ne okuyorsunuz? Okuma önerisi vereceğiniz, ilk üç başucu kitabınız hangileri?
Ben daha çok kurgu olmayan eserlere, jeopolitik konulara meraklıyım. Bir dönem yoğun olarak Ortadoğu üzerine kitaplar okudum. Son bir buçuk senedir ise Çin’e merak sardım. Şu an elimde iki kalın Çin kitabı var; biri sırf Çin tarihini anlatıyor, diğeri eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in güncel Çin politikalarına yönelik çıkarımlarının olduğu kitabı. Amerika’yı ve Batı kültürünü az çok biliyoruz ama Çin kapalı bir kutu gibi hissettiriyor. Okudukça da enteresan geliyor. Öte yandan Çin ve Amerika arasındaki gerginlik nedeniyle dünyadaki sıcak noktalardan biri de Pasifik… Günceli takip etme derdim de var. Derinlemesine bakıp, farklı kaynakları takip etmeye çalışıyorum.